Friday, July 29, 2011

kış güneşi (veya "nostaljinin dozu kaçıyor, dikkat")

hazır yıldız tilbe demişken, şimdi, laf son derece aramızda, ben esasen yıldız tilbe'yi severim. bir kere bize türkçenin en güzel pop şarkısı olan kış güneşi'ni (bunu tartışmam) armağan eden bu kadını sevmemem mümkün mü? o zaman nostalji geliyor, haydi eller.

 (fakat ben 90'larda tarkan'ı böyle acayip yakışıklı bir insan zannediyordum lan, ekseriyetle "fazla jöle sürmüş mahalle delikanlısı" tarzı, awkward tipli bir gencimizmiş. tarkan adeta eti puf, eti cin, balık kraker gibi, çocuklukta hastası olunan şeylerin büyüyünce tat vermemesi fenomeni gibi insanmış)

bir de bunun directors cut'lısından var, yani ehere mehere komikler şakalar vasıtasıyla demek istediğim; yıldız tilbe'nin kendi söylediği çok şık bir versiyonu var. ortam son derece doksanlar. balık ayhan var. ben dahil tüm ülkenin antipatisine nail olsa da son derece otantik bir doksanlar figürü olarak atmosfere katkı sağlayan cem özer var, dans falan ediyor çok korkunç. sonra; doksanların o karakteristik tatsız, çiğ, ergensi minimalizmi var. çoğacayip, çok saykedelik; sırf bunun için bile izleyebilirsiniz, ondan söylüyorum.

Friday, July 22, 2011

birtakım parçalar-1: markalı dondurma

mevsimlerden yaz. yeri bilmiyorum- ege'nin herhangi bir kasabasındayız. soma olabilir diyeceğim de, yok, sanki misafirlikteyiz. üç, dört yaşındayım. dedem var. babaannem var. semra teyze, sonra başka birtakım yaşlı teyze ve amcalar. yürüyüşe çıkmışız. hava serince; üzerimde ya kayısı, ya lavanta rengi bir hırka var. ne güzel esiyor. dondurma almaya yöneliyoruz sonra. meğer dondurmacıda yalnızca tezgahta satılan açık dondurmalardan varmış. çikolata, limon, karadut, kaymak olmak üzere dört çeşidi olan, top top servis edilmek yerine spatulayla birbirinin üstüne bastırıla bastırıla önce çikolataya, sonra bayat bir fıstığa, hatta bir de daha bayat bir hindistancevizine bandırılanlardan. dondurma deyince aklına bir calippo, bir max, bir cornetto gelen bir şehir çocuğu olan ben; "ama sizde niye markalı dondurma yok?" diye bilmiş bilmiş soruyorum, herkes gülüyor. markalı dondurma, markalı dondurma. söyledikçe yeniden gülüyorlar, onlar güldükçe ben yeniden söylüyorum. bıyıklı dondurmacı da sinir olduğunu saklamak için, gergin gergin gülüyor. başımı okşuyor.
Temsili resim: markasız dondurma.
dondurmaları alıp çıkıyoruz. çikolataya yapışmış fındıkları kemiriyor, sonra karaduta geçiyor, "e güzelmiş" diyorum, içimden. güle oynaya yiyorum, sonra bir ara dedemin elini tutmuş karşıdan karşıya geçerken dondurmacının ahı tutuyor ve külah elimden kurtuluveriyor. asfalta yapışıyor, ama ne yapışmak. ben o kadar ezilmiş kedi, köpek gördüm fakat bu kadar sene bir daha öylesine asfalta yapışmış bir şey görmedim. ağlamama izin vermeden dedem derhal tekrar elimden tutuyor ve diğerleri yolun ortasında beklerken ikimiz beraber dondurmacının yolunu tutuyoruz.
 dondurmacı bu sefer sahiden gülümsüyor.

Saturday, July 2, 2011

birtakım notlar

* jim sturgess'ın şu resmini (oha) az önce gayet doğal bir şeymiş gibi, son derece spontane olarak "bizdeniyeyok.jpg" olarak kaydettim. benim de bir jim sturgess'ım olsa, ANNE BANA NİYE ALMIYORSUNUZ, BİZDE NİYE YOK?
bizdeniyeyok.jpg
* i am not your freud'la dernekleşmeye karar verdik, "çocuğum 'benim babam irlandalı' diyemicekse ne anladım ben öyle annelikten derneği" çatısı altında. işler yolunda giderse seneye İR-BA-SEN olarak sendikal hak mücadelesine gireceğiz.

* jim sturgess'a gidip "size daha önce 'o gülümserken çemçükleşen ağzını yerim' diyen olmuş muydu?" diye sorup koşarak kaçmak istiyorum, çünkü kesin olmuştur.

* bu işi bilenlere sesleniyorum: kendini derya baykal gibi hissetmeden DIY projesi yapmanın bir yolu var mı?

* katılamadığım bir glastonbury festivalinin; gidemediğim bir ingiltere'nin daha sonuna geldik.

* bu hafta memlekete döndüm, sanırım şu altı ay zarfında türkiye'den en çok özlediğim şeyler mascarpone peyniri ve lapsang souchong çay olmuş.

basında biz

"liberal ateist asosyal güzel kız" başlığı geçen gün gecenin bir yarısı sözlükte sol frame'de random olarak başlıklara tıklarken karşıma çıktı. "ehehe benim lan bu" dedim. ama böyle, hani hafif korkarak. başımı kaldırıp odada çaktırmadan kamera arayarak.
sonra tıkladım. benmişim.

Everybody thinks they're an eight (and a half).