Tuesday, August 30, 2011

one day

mayıs'tan beri sapık gibi günde 2 kere bu fragmanı izlemek? koşa koşa kitabını alıp okumak, bitirince bir gün ağlamak? hayatı askıya alıp filmin vizyona girişini beklemek? kapağında öpüşen jim sturgess olan kitap çıkarırsanız, efendime söyleyeyim "20 sene acısıyla tatlısıyla jim sturgess" temalı film çekerseniz bunlar olur tabi. olacak, normal.


film çıkana kadar size bir avuntu olsun diye çıkardığım yeni albümüm "anne hathaway adlı bir kardeşim var seni ondan bile kıskanıyorum" müzik marketlerde.

not: jim sturgess'ı, hani ne bileyim, 1997 yılında ergen bir kız justin timberlake'i nasıl severdiyse öyle seviyorum herkes bilsin yani.

Sunday, August 7, 2011

smiths top 10 - no 9: half a person

9. half a person (albüm: "louder than bombs", 1987 [ilk olarak aynı yıl "shoplifters of the world" single'ının b-side'ı olarak yayınlanmış ama tabi ki bunu saymıyoruz yatıya da bekleriz])


call me morbid, call me pale. I've spent six years on your trail.


solgun çehreli ve biraz tuhaf kahramanımız, altı sene peşinden koşturduğu kızdan, sonunda hikayesini anlatmak için beş saniye ister: on altı yaşında, sakar ve utangaçken londra'ya gitmiş ve ywca'e (young women's christian association) yerleşmiştir, sonrasında da hiç ayrılmak istememiştir. sonrasında bir şeyler, bir şeyler. bu hikayeye karşılık; malum kızımız onu eskiden, ürkünç derecede fakirken daha çok sevdiğini söyler. galiba kahramanımız hep ywca'e yerleşmeye çalışacak; hep on altı yaşında, hep sakar, hep utangaç kalacaktır; adeta hayat hikayesi budur.

iddialı konuşacağım: half a person belki smiths'in en güzel şarkısı değildir ama smiths'in en smiths şarkısıdır. kimi şarkılarında ölme isteği ağır basar. bazısında komiklikler şakalar. half a person'da ise smiths ağır basar. öyle işte. half a person bana, bir saniye. ben işte tam da bunu arıyordum. müzik dediğin şey işte bu lan, demeyi anımsatıyor. çok net hatırlıyorum ki, ben artık yalnız bir insan değilim dediğim anda gördüğüm şey shelagh delaney'in şu kırmızı albüm kapağındaki yüzüydü. ve belki de dinlediğim ilk smiths şarkısı half a person olduğundan, smiths hala benim gözümde tam da bu şarkının anlattığı hikaye gibi bir şey: sonu olmayan işlerin peşinden koşmak. ekseriyetle sevilmeyen aşık olmak, üstelik kendini arada beğense de mutlaka pek sevmemek ("I have no love for myself as a human being."-morrissey; "ben kendimi cidden sevmiyorum abi."-deniz). on altı yaşında olmak ve hep o yaşta kalacak olmak; o eşikten bir türlü atlayamamak (eğer bu satırları okuyorsa, bu çok temel smiths nosyonunu farkettirdiği için fırat'a büyük teşekkürler, yirmi bir senedir tespit yapıyorum henüz böylesini yapamadım). altı senedir peşinden koştuğun kızdan en sonunda hikayeni anlatmak için beş saniye rica etmek. en sonunda kendine daha havalı bir kimlik oluşturmayı başardığında geriye bakıp, eski ezik halim daha iyiydi, demek. veya başkaları tarafından öyle denilmek. biraz belirsizlik. tuhaf ve solgun olmak.

oryantal anlamda bir beyaz ten fetişim yok. sadece açık tenli ve solgun çehreli insanları daha bir garip, daha ilgi çekici buluyorum. pembe pembe olmayan yanaklar, ince bir yüz, büyüyememiş mutsuz bir çocuk ifadesi; daima "sixteen, clumsy and shy". belki koyu göz altları. çoğunlukla belirgin kaburgalar. sanki hayatın çoğunluğa bahşettiği koruyucu mekanizmalardan yoksunlar. soluk tende nasıl yara izleri, çiller, sivilceler daha bir göze batarsa; aynı zamanda kusurlar, güvensizlikler, beceriksizlikler de aynen dışarıdan görülüyor. irlanda'nın hali fena o zaman, ahahahha. kendimi ciddiyete davet ediyor ve kaldığım yerden devam ediyorum.

half a person'ın anlattığı hikayenin duygusu çok açık ve yoğun olmakla beraber, olay örgüsünün yapısı biraz belirsiz ve karmaşık. ama sanırım teoriler üretince daha iyi anlaşılmıyor bu şarkı. gözünüzün önünde ne beliriyorsa o işte, kasmamak lazım bazen. tam olarak neden bahsettiğini de steven patrick morrissey'den başkası bilmeyiversin. yalnız, eğer birilerine yardımı olacaksa; sanıyorum smiths dönemine veya onun az sonrasına denk gelen (ve şu an bulamadığım) eski bir röpörtajda mozcuğuma "half a person'da altı yıl peşinden koştuğunuz, ünlü olmanızdan sonra size 'when you were hopelessly poor, I just liked you more' diyen o kız gerçek mi?" mealinde bir şey sorduklarını, moz'un da "evet, o tamamen gerçek" (merak edenler için, "she" demişti) cevabını verdiğini hatırlıyorum.

daima steve; daima sixteen, clumsy and shy.
son olarak, louder than bombs'ın bir b-side track toplama albümü olduğu göz önüne alındığında; morrissey'e en kısa zamanda b-side track nedir öğrenmesini tavsiye ediyorum. ne bileyim, "bir müzisyenin en süper şarkıları" falan demek değil onu öğrensin en azından, muhtemelen öyle sanıyor yoksa yapamaz böyle bir şeyi.
half a person gibi bir defining work, shoplifters of the world unite gibi hani fena da değil ama çok da bir numarası olmayan, (az sonra söyleyeceğim ağır lafları öfkeme verin, yoksa severim o şarkıyı da) the smiths eseri olmak için fazla ağdalı ve gereken nüktedanlıktan yoksun, tam anlamıyla overrated bir şarkının b-side'ı olmayı hak etmiyor. bırak half a person'ı, albümün şu detaylı tracklisting'ine bakınca iyi bir morrissey/the smiths hayranı "mozoğlan nittin sen" diye ağıt yakar. çünkü rubber ring, stretch out and wait, these things take time gibi baba klasiklerin (sırasıyla) the boy with the torn in his side, shakespeare's sister ve what difference does it make gibi ikincil öneme sahip şarkıların single'ları yanına meze olarak koyulmuş olması adamı üzer. hadi şarkılara adlettiğim egoyu bıraktım, istediğin şarkıyı istediğinin altına koy da, b-side'ları toplum duymuyor etmiyor işte arkadaşım! zaten tam bir üçüncü dünya ülkesi vatandaşı olarak single konsepti bana ters, o kadar para verdim mi en az on şarkı önüme koyulmayınca kazıklanmış hissediyorum. devlet bu işe bir el atsın, birsenciğim beni bu konuda bir eğitsin, aydınlatsın, adam etsin istiyorum.

2009'da çıkan, bu sefer de solo kariyerinin b-side'larının bir toplaması olan swords'ta da aynı fenomenle karşılaşmıştık. ne yalan söyleyeyim, uzun süre swords'u ben yeni ve bomba bir albüm zannettim good looking man about town, children in pieces, the never-played symphonies gibi bombalarla karşılaşınca. ulan moz, söylemeyeyim diyorum yine söyletiyorsun, sen bunlar kadar iyi başka şarkı yaptın mı yirmi senedir de bunları b-side'a koyuyorsun? hayır o kadar da uğraşmışsın. ne yapıyorsun, hoşuna mı gidiyor millet masterpice'lerini duymayınca? bak yine sinirlendim. şerefsizsin mozcuğum. neyse, en azından adam b-side'ları arada toplayıp sunuyor da milletin duyma fırsatı oluyor.

esen kalın efendim.