Thursday, August 23, 2012

dev yazı: morrissey mi? tanımam etmem, bir-iki ellemişliğim var o kadar.

biliyorsunuz, ikamet ettiğim şehirde geçtiğimiz ay içerisinde bir morrissey konseri gerçekleşti. böyle bir durumdan nasıl sağ çıktığımı merak edenleriniz olacaktır. onu tam olarak ben de bilmiyorum, ama büyük oranda sağ çıkmakla kalmadım, morrissey'e bir-iki dokundum da. ve üstelik morrissey de bu dokunma olayından sağ çıktı; ki bence bu gerçekten beklenmedik bir şey. bünyemde konser sonucunda oluşan bazı kalıcı hasarlar ve hafızamda birtakım boşluklar olduğu doğrudur, yine de elimden geleni yazmaya çalışacağım.

kıtalararası dev bir operasyonla alınan ve sahip olduğum tüm parayı yatırdığım biletim (üçüncü kategori; bu önemli.) bir kenarda bekleyedursun, geçmez denilen o üç ay "oturmalı morrissey konseri mi olur, oturmaya mı geldik, o paraya ben iki çocuk okutmaz mıyım" diye iksv'ye çemkirirken geçti gitti, gelmez gelmez dediğim gününü bırak saati bile geldi, ben de cemil topuzlu'nın yolunu tuttum.
HAYDİ ELLER
yerimi bulup oturduktan sonra ise, o uzaklık ve açıdan mozişkoyu ancak azıcık ucundan görebileceğim şokuyla yüzleştim. konser başlamadan bir ara dolaşmak için kalkıp, "acaba haşmet babaoğlu ve hıncal uluç'a en önden avanta bilet gitti mi, ayşe özyılmazel konseri beğenecek mi, kim bu birinci kategorideki insanlar" gibi meraklarla ön taraflara doğru ilerlemeye başladım. iksv görevlilerinin "pardon yardımcı olabilir miyim, bilet?"şeklindeki psikolojik bariyer kurma çabalarına "yooo, dolanıyorum" gibi karşı ataklarla direndim. önlere geldikçe ise haşmet babaoğlu'ndan başka bir şey dikkatimi çekti: sahnenin hemen önünde, 1. kategoriden de önce gelen çukur alanda morrissey hayranına ciddi şekilde benzeyen birtakım insanlar dolanıyordu. "acaba bu 3000 dolarlık ayrı bir kategori mi, yok yok kesin en az 5000 isterler" diye merak edip, güvenlik görevlilerinden birine sordum. cevap "hayır, herkese açık, girebilirsiniz" oldu, ve ben de böylece N blok, 7. sıra, 17. koltuktaki yerimden gerçek bir morrissey konserinin kalbine transfer olmuş oldum. bence bu öndeki alanın açılması, bizim ta konser yeri açıklandığından beri bas bas bağırdığımız üzre, konser alanının bir morrissey konserinin gerektirdiği mahremiyet seviyesini karşılamaktan uzak kaldığını farkeden mozişko ve ekibinin talebiydi. hep derim: al morrissey, bal morrissey. yanakları gül morrissey.
OTURMAYA MI GELDİK
konser başladı başlamasına da, morrissey'e uzanan zorlu yolculukta önce bizleri supporting act'i kristeen young bekliyordu. bakın ben sadece morrissey'le tura çıkacak kadar muhabbeti olduğu için, başka bir nedene gerek kalmadan bile kendisine garez duyabilirim ve kendimce haklı da olurum- ama sağolsun kristeen'cığım buna gerek bırakmadı; müzikal anlamda oturmamış, geçkince ve tahammül edilemez bir bjork-lady gaga çakması oluşuyla da gönüllerde taht kurdu. belki de sadece morrissey'le olan muhabbetine karşı hasetimden ve morrissey'i görmeye duyduğum sabırsızlıktan bana öyle gelmiştir ama bence kristeen young sahneden inerken "sonunda iniyor, oh be" temalı öyle bir alkış aldı ki sanıyorum morrissey bile öyle coşkuyla alkışlanmadı.  
Moziş'in gözlerinden nur yağarken
gece yeni başlıyordu. ne kadar sürdü diye bana sorsanız "üç-dört yıl falan herhalde" diyeceğim bir soundcheck sonrası, esas oğlan sahnede belirdi. şimdi, o çok başka bir an. tutulup kalıyorsun. o an adı aleynasu olan 13 yaşındaki bir justin bieber hayranısın, kaçarı yok bunun. morrissey; benim için hayatımın son altı yılı anlamına geliyor: her bir tecrübemde bir şekilde yanıbaşımda morrissey'in yer aldığı, utanmadan "şerefsizsin morrissey" adlı bir blog açacak kadar kendisiyle samimi olduğum bir  altı yıl. sonra bir 19 temmuz akşamı saat 10 civarında bir de baktım ki hayatımın o bir değil, iki değil; koskoca altı yılı, tüm o yıpranmış güzelliğiyle, yalnızca birkaç metre mesafede sahnede dikiliyor. bakıyorum: saçları yanlardan beyazlamış mı biraz? gözleri ne güzel parlıyor. epey de kilo vermiş gibi. farkettim ki o ana kadar bu adamın gerçek olduğunu hiç düşünmemiştim.
Bildiğin Morrissey ayol.
 üstelik karşımdaki morrissey olmakla kalmıyor, üstüne üstlük elinde bir adet türk bayrağı taşıyordu. o üç saniye boyunca morrissey konseri onuncu yıl marşı ile açacak diye ÇOK KORKTUM (birtakım ilkokul travmalarım var, evet). mozişkonun kadim dostu, bizim ise bebişimiz olan boz boorer kadın kılığında, müzisyenlerin geri kalanı da "assad is shit" tişörtleriyle arz-ı endam etmekteydiler (mesajlı tişörtler o haftanın gündemi ve eldeki türk bayrağıyla birleşince "yürü be tayyip, daha da gelmem, en az üç çocuk" gibi bir mesaj verilmek istenildiği izlenimini uyandırabilse de, müzisyenlerin aynı tişörtleri geçmiş konserlerde de giydikleri ve moz tur boyunca konserin olduğu ülkenin bayrağını açtığı için telaşa mahal yok). derken beklenmedik bir şey oldu ve moz onuncu yıl marşı değil how soon is now'dan girdi.


konser boyunca beklenmedik şeyler olmaya devam etti. insanların mikrofon görünce efsane şekillerde saçmalamasına aldırmadan tekrar tekrar seyirciye mikrofon uzattı, sahneye çıkmaya çalışanlara yardım etti. konseri bizimle birlikte en önden izleyen dört yaşlarında şeker gibi bir kız vardı; işte bir ara onu kucağına alıp şarkısını öyle söyledi. uzatılan anti-royal yazılı kağıdı alnına yapıştırdı, kim bilir kimin incelikle düşünüp de getirdiği smiths çiçeğini geri çevirmedi. sahneye hediye olarak atılan charles aznavour plağına çocuk gibi sevindi. ben her seyirciye el uzattığında var gücümle atlayıp, belki iki belki de üç kere yumuşacık parmaklarına dokundum ve morrissey'in gerçek olduğundan daha da emin oldum. herkes için konserin highlight'ı farklıdır, hatta setlist'in her bir şarkısı ayrı highligh'tır da, benim için gecenin kilit anı, yıllardır süregelen "şöyle canlı olarak bir speedway dinlemeden ölmemeli" isteğimin, hiç beklemezken yerine geldiği an oldu. en güzel bir erken dönem solo morrissey bebeği olan speedway'i o gece 4500 kapasiteli cemil topuzlu açıkhava tiyatrosu'nda morrissey ve ben olmak üzere toplam iki kişi söyledik.
Mozişko seyirciyle dil, el vb. çeşitli temaslarda bulunurken.
sona yaklaşırken "letmikisyuuuuuuuuuuu" şeklindeki rahatsız bağırışları da sıklaşıyordu ki, let me kiss you başladı. ben de tabi çok aşmış bir kişi olduğumdan  "ancak let me kiss you sevin siz, hıh" diye belgin doruk tavrı yaptım. yanımda bulunan eniştenizin şarkının adında kiss miss birtakım şeyler geçiyor diye tutup öpmesi, ardından mozarella'nın videoda 2:20'ye denk gelen anda gömleğini çıkarması ve aynı anda şarkının peak yapması arası bir nedenle beklenmedik şekilde göz yaşlarına boğulmamın hediyesi ise, 2:34'te aynı gömleğin atılmasına kadar geçen 14 saniyede kendimi toparlayamamam ve bu şekilde morrissey aromalı gömleği yakalama şansımı (ki bence en az 200'de 1 civarındaydı) tamamen kaçırmam oldu.


şimdi arkadaşlar, öncelikle eğri oturup doğru konuşalım. nasıl bir yesterday beatlesçısı, yellow coldplaycisi, wonderwall oasisçisi varsa, aynı şekilde bir de "let me kiss you morrisseycisi" diye bir konsept vardır.  bu durum malesef "there is a light that never goes out smithsçisi" şeklinde de vuku bulabilir, hatta sıklıkla bulur. morrissey hayran kitlesinin %82.6 gibi bir bölümünü oluşturan bu insanları "ayyyyy morisey çok severim canıms yaaa :)))))9" yapmasıyla sezer gibi olur; suedehead, the more you ignore me gibi birkaç bilindik şarkıdan bahsederek vermeye çalıştığımız kek pası "hmmm onu bilmiyorum cnm ama let me kiss you süperrrr ne zmn dinlesem ağlıyorummmm ;(((" "dabıl dekır bas en sevdiğim simits şarkısı" "morisey kendini neden çirkin görüyo yaaa gayet hoş aslında ;)))))" şeklinde kıvrak hareketlerle geri çevirmeleriyle ise kesin teşhisi koyabiliriz. başlı başına bir yazıyı hak eden let me kiss you morrisseyciliği, aslına bakarsanız o kadar da kötü bir şey değildir.1 "buzullar mı eriyor, pandaların nesli mi tükeniyor millet everyday is like sunday seviyesine gelmeyince?" derseniz, o noktada hayır cevabını basarım. fakat bu fenomen bendeniz gibi "sana yıllarımı verdim, saçlarımı süpürge ettim, duyuyor musun steven patrick" tipi morrisseycilerde önlenmesi güç birtakım hassasiyetlere, alerjilere, kaşıntılara, let me kiss you'yu ancak gizlice dinleyebilmelere, dinleyenleri ezmelere sebep olabilmektedir.2 eh, ne de olsa biz morrissey'in bile bilmediği gizli, yayınlanmamış, hatta yapılmamış bazı morrissey ve smiths şarkılarını ezbere biliyoruz. bu yüzden, bütün konser (ie: I know it's over, last night I dreamt that somebody loved me, speedway, you have killed me gibi mozişin sırf biz ağlayalım üzülelim diye yazdığı bilumum sofistike eser) durup tam da let me kiss you'nun ortasında göz yaşlarına boğulmam biraz trajikti. tamam be tamam, tüm piyasalığı bir yana; let me kiss you güzel şarkı be!
Morrissey manitam biraz oportünist olduğu için hayal kırıklığına uğrarken ("o kızı üzersen karşında beni bulursun").
ben ağlama krizinden yavaş yavaş çıkarken moz da sahneden yavaş yavaş indi; sonra geri gelip, son şarkı olarak bir I will see you in far off places patlattı. konser boyunca benim en önde atlayıp zıplayışlarıma, kendimden geçişlerime sahne önünün en arkalarından efendi efendi eşlik ederek ve arada bir fotoğraf çekerek tezat oluşturan (aramıza avustralya'dan katılan, blogda bundan sonra genellikle "anzak yarim" olarak anılacak olan ve tamamen ilişki sürecinde blogu boşladığım için hakkında hiç bir şey bilmediğiniz) erkek arkadaşım adamın delice sevilecek başka şarkısı yokmuşçasına I will see you in far off places hastası olduğu için bu noktada aniden gaza geldi, sahneye doğru koştu. boyu benimkinin (ve ortalama türk insanının) bir 4-5 katı olduğundan uzattığı el kalabalıktan feci halde sıyrıldı ve morrissey direkt elini tuttu şerefsizin (bunu tamamen kendisinden biraz daha büyük bir morrissey hayranı olduğumdan ve deli gibi kıskandığımdan söylüyorum). yarim bir de biraz oportünist olduğu için, morrissey'in yumuşacık ellerinin, boncuk gözlerinin tadını çıkarmak yerine o anda dev gibi kamerayı moz'un yüzüne doğrultup resim çekti. mozişko bozuldu biraz: "cık cık" yaptı, "şimdi çok ayıp ettin abicim" "şu güzel anı bozuyorsun" dercesine baktı. morrissey'den tavır yemek de az buz bir şey değildir arkadaşlar, herkese nasip olmaz.
Mozarella bizi terk edip giderken ("bunu saymıyoruz yatıya da bekleriz").
 yani anlayacağınız, şöyle böyle derken bir morrissey'in daha böylece sonuna gelmiş olduk. konser çıkışında ise, tek başıma arka kapıda bir saatten fazla bekledim. ne için? siyah pencereli siyah bir mercedes'in içinde çıkışını görmek, dayanamayıp adını çığırınca bana belli belirsiz el sallaması için.
Morrissey'i çok tutuyorum. Since 1990.
özetle: ben 2012 istanbul morrissey'ini, mesela, bir 2011 glastonbury morrissey'inden en az beş yaş daha genç ve çok daha mutlu gördüm. konser bana olması gerekenden de özelmiş gibi geldi. bir de, elleri yumuşacıktı. yazıma burada son verirken; son bir kere daha belirtmek istiyorum, MORRISSEY'E DOKUNDUĞUMU UNUTMAYALIM, UNUTTURMAYALIM.

fotoğraflar: http://maxharwood.tumblr.com/

videolar: http://octopus-mind.blogspot.com/

referanslar:
1 neticede hepimiz ya because the night patti smithçisi, ya breakfast at tiffany's audrey hepburn'cüsü, ya olmak ya da olmamak shakespearecisiyiz.
2let me kiss you kötü bir şarkı olduğundan değil, haşa. yalan yok, ben morrissey'i ilk kez 2006'da 16 yaşındayken tesadüfen duyduğum let me kiss you'nun gece ışığı kapatıp yattıktan sonra aralıksız bir ağlama krizine yol açması vasıtasıyla  hayatıma dahil ettim.

Thursday, August 9, 2012

meraba ben yüksel aytuğ.

meraba ben yüksel aytuğ. olimpiyat izlerken mastürbasyon yapmayı en doğal hakkım olarak görüyorum, çünkü olimpiyat seviyesindeki sporcular dahil bütün kadınların temel görevi beni görsel açıdan tatmin etmek (benim homer simpson vücuduna sahip olmamın konuyla alakası yok). yapamayınca çok sinirleniyorum. hemen gelip türkiye'nin en yüksek tirajlı gazetelerinden birindeki köşeme konuyla ilgili yazı döşeniyorum. ayrıca kadınlığın "meme, popo, makyaj, fön" dörtlüsünden oluştuğunu, ve küçük göğüslü kadınların göğüslerinin kesildiği için öyle olduklarını sanıyorum. zaten muhtemelen gerçek hayatta, youjizz dışında falan göğüs görmüşlüğüm yok. ah, dns değiştirmeyi becerip youjizz'e girebilsem bu yazıyı yazmaya hiç gerek kalmayacaktı.

Kasımda aşk başkadır.