Wednesday, February 23, 2011

domuz keyfi çöpte bitti

hürriyet'in internet sitesinde meraklıları için bir üçüncü sayfa bölümü olduğunu biliyor muydunuz? hadi bu kıyağımı da unutmayın. hatta bir kıyağım daha olsun, bugün sayfada dikkatimi çeken bir haberi sizinle paylaşmak istiyorum:

dün akşam paris'in 9eme arrondissement semtinde akıllara durgunluk verecek bir olay yaşandı. tavuk göğsü zannederek aldığı şeyin sirkeye yatırılmış domuz işkembesi sosisi olduğunu paketin üzerindeki adı google'da aratarak öğrenen ve aç olduğu gerekçesiyle yemeye karar veren erasmus öğrencisi deniz l. ç. (20) ekiplerin dört dakika süren çalışması sonucu kurtarıldı.
21:10 sularında an itibariyle konuşmakta olduğu ve olayı anlattığı tecrübeli muhafazakar abdullah a. (21) tarafından daha ilk lokmayı ağzına atmadan çevik bir manevrayla acilen skype'a çağırılan genç kız başlarda geri adım atmamakta direnirken, saatler 21:14'e yaklaştığı sırada ikna çalışmaları sonuç verdi. "inanmasalar da sevdiklerimin benimle birlikte cennete gitmelerini istiyorum" denilerek sersemletilen deniz l. kıskıvrak yakalandı ve domuz sosisini atması sağlandı. kısa süre önce nüfus cüzdanından din hanesini sildirdiği öğrenilen talihsiz genç kız marketin helal et reyonunda müşahade altında tutuluyor.

Sunday, February 20, 2011

wingman müessesesinin önemi


aslında bugün çok başka bir konuda yazmayı planlamıştım. 

zira dün için "hadi dostlar kalkın sakin bir irish pub'a gidelim, efendi efendi guinness içelim, yan masada birilerinin 'grand!' dediğini duyarsak 'dia duit! cad is ainm duit?' diye de atlayabiliriz (yazar burada "irlandalı grupla karşılaşırsak muhabbete girebiliriz" demek istiyor. ah o yazar yok mu...)" şeklindeki cumartesi gecesi ateşi planlarım vardı. oradan kesin konu çıkacaktı yani. derken insanların ittirmesiyle kendimi "yüzlerce kanı kaynayan erasmus gencimizi alıp beş saatliğine eyfel kulesi manzaralı bir gemiye kapatalım, onlar gerisini halleder, hadi belinize kuvvet çocuklar" temalı bir boat party'de buldum. 

bakın durumu daha iyi anlatmak için şöyle söyleyeyim; ben dans konusunda canan arıtman genel anlamda ne kadar odunsa işte o kadar odunum. yetmediği gibi, bu alanda ışılay saygın'dan sonra memleketin yetiştirdiği en önemli iki değerden biriyim (diğeri her zaman miss chatte noire'dır). o yüzden kendime "şimdiye kadar bulunduğum en lame ortam bu mu acaba yoksa daha lame'leri olmuş muydu"  diye düşünme, telefona aldığım notlardan roman yazma gibi uğraşlar ürettim. sonra bir kızceyizimizin kendisine fena sarmasıyla samimi bir arkadaşa wing-woman (bilim kadını) gerekti. ben ona wing-woman olunca başka biri beni  ondan kıskanıp dans pistinde bazı girişimlerde bulundu ve dolayısıyla  wing-woman'lık yaptığım arkadaşın bana wingman olması gerekti. bu şekilde rol değişimleri yaşandı, sonra baktım da karşılıklı süper wingman dengesi tutturmuşuz. gecenin geri kalanında sorumluluk sahibi bir blogger olarak ben de modern hayatın temel taşlarından biri olan wingman'lık müessesesini  mental olarak inceledim ve hatta oturdum tek tek ideal bir wingman'da olması gereken özellikleri sıraladım, ne de olsa biz hizmet aşığıyız.
bakalım benim sadık yarim urban dictionary wingman için ne diyor? şuradan da anlaşılabileceği üzere tanımlar genelde erkek erkeğe penceresinden bakar şekilde seyretmiş. fakat bu yazıdaki (ve benim hayatımdaki) wingman tanımımız daha ziyade "hanım kızceyizlerimize bu tip içmeli danslı ortamlarda göz kulak olacak, koruyacak kollayacak, saçma insanların yanaşmasını engelleyecek, sonracığıma efendim mesela flört müdür nedir her ne yapacaksan mümkün olduğunca kolay ve güven içinde telakki etmesi için gerekli ortamı hazırlayacak erkek arkadaş (cinsiyeti erkek olan arkadaş. erkek ve arkadaş, evet)" şeklinde.
Bu karede eski Devlet Bakanımız Işılay Saygın emektar wingman'ıyla görülüyor. Bu günlere nasıl geldi sanıyordunuz?
şimdi efendim bakalım naçizane gözlemlerimize göre ideal bir wingman nasıl olurmuş:
  • eli yüzü düzgün olacak, hanım kızımızın yanında inandırıcı duracak. fakat potential suitor'ları "hmm bi gidip öleyim ben" düşüncesine de sevk etmeyecek. bu anlamda bir gerard butler'dan wingman olmaz mesela. gerard butler'dan wingman yapmayı düşünüyorsan en azından jonathan rhys meyers'a yazıyor olman lazım. oh maşallah, adalarda modalarda takılıyorsun demek ki.
  • gereksiz taramalardan kaçınalım prensibi gereğince etrafı sürekli kolaçan edip gereksiz yazmalara karşı şüpheye mahal vermeyecek şekilde tam donanımlı bir boyfriend görüntüsü çizecek.
  • süper dans edecek, bu önemli bak.
  • wingman ayağına alttan alta yazma, evlenme teklif etme, elleme, sürtünme, lap dance yaptırma çabası/niyeti kesinlikle olmayacak, ölümüne kanka olacak, wingman'lığını bilecek.
  • taraflar arasında fiziksel samimiyet olacak, ooo bebişim mode on olacak ama kesinlikle sexual tension (bundan sonra bu blogda kendisinden "tenşın" diye bahsedeceğiz) olmayacak, bu noktada çok netiz: wingman'lık ciddi bir müessesedir arkadaşım, saygılı olun.
  • (bakın dikkat ederseniz ışılay saygın'dan sonraki dedik, insanız sonuçta bizim de zaman zaman belli icraatlarımız olabiliyor, üff tamam lan gülme taşkan, teoride olabilir) kızımız birini beğendiğinde tam zamanında aradan çekilmeyi ve çizdiği boyfriend görüntüsünü kafalardan silmeyi bilecek, arayı yapmak için can-ı gönülden yardım edecek, strateji geliştirecek.
gerçi şimdi şu listeye bakınca "böylesini bulursan hiç wingman falan yapma, direk kızına al" derim ben tabi ama bu işler hiç belli olmaz. öptüm hepinizi annem.
Ülkemizde wingman'lık müessesesinin ilk ve en önemli temsilcilerinden (Hatırla Sevgili) Necdet. Fakat malesef bu müessese için biraz fazla yakışıklıydı ve içten içe kıza evlenme teklif etme niyeti güdüyordu. Okan Yalabık'la ilgili derin hislerimi sonraki bir yazımda ifade edeceğim.

 not: TCK'nın 5411 sayılı her konuyu morrissey'e bağlama yasası gereğince söylüyorum; inanıyorum ki şu sabinin zamanında adam gibi bir wingman'ı olsaydı how soon is now yazılmazdı.

Friday, February 18, 2011

sayın yılmaz, neden mizah?

başlarken: şimdi soracaksınız; sayın yılmaz, neden mizah?

ben prensip olarak yaptığım her şeyle ilgili şu tip hayallere girerim: ayakkabı alırken onu kullandığım bir kombinle kendimi the sartorialist'te görürüm. metroda enteresan bir şey görüp unutmadan not defterime yazmaya davrandığımda çıkar çıkmaz pulitzer alacak bu kitabın arkasındaki fotoğraf için vereceğim pozu çok net bilirim (sağ el çenenin altında, gözler sorgularmışçasına direk kameraya çevrili, belli ki kafa karışmış ve bünyede durağan bir hoşnutsuzluk var, ağız hafif açık). hakkımda anlatılan hikayelerden hareketle söyleyebilirim ki tahminen 3 aylık olduğum dönemden beri hayatta her konuda hırs yapmaktayım.

fakat farkettim ki ben artık başka şeyler de istiyorum. takıntı yaptığım bir şarkıyı paylaşıp onun üzerine konuyu bir yere bağlama veya amantanrımnekadarentelektüel olduğumu gösterme zorunluluğum olmadan sayfalarca yazmak istiyorum. muhteşem yüzyıl'da süleyman'ın adeta her an "150 bin dolar" diyebilirmiş gibi durmasının geyiğini çevirmek istiyorum (veya aslında bu konudan cidden kıllanıyorum lan, geyik değil). bizzat muzdarip olduğum "arkadaşlıkta 'bebeğim' seviyesi" adlı sendromu hiç de bilimsel olmayan metotlarla incelemek istiyorum. bir gün yine facebook chat'teyiz, süper bir diyalog geçiyor, kayıt altına alınmalı diyelim, işte açıp onu paste edebileceğim bir yer olsun istiyorum. mesela yine ben -blogun adından da anlaşılabileceği gibi- yıllara dayanan samimiyetimize güvenerek morrissey'e şerefsiz deme hakkını kendimde görüyorum (bu samimiyetten onun haberi vardır, yoktur başka mesele; sizi de ilgilendirmez zaten ama bir samimiyet var). gel gör ki bunları ifade edecek platform sahibi değilim. biliyorsunuz (veya bilmiyor da olabilirsiniz) her platformda hesabım var ama bu konu biraz itskomplikeytıt. dedem vefat ettiği için ona facebook açmadık ama her status update'imde onun dışındaki tüm aile bireyleri toplanıp kameraya el sallıyor gibi hissediyorum. sürekli yazan bir insanım ama "how I met bu hafta uçmuştu ekiki" diye öykü yazabilecek aşmışlığa sahip de değilim. twitter desen  "özet geç piç" tandanslı karakter sınırıyla ancak bir yere kadar kesiyor, zaten ondan fena baydım annem. konuya girmişken; bir de kasınç ingilizce moda blogu sahibiyim, hepinizi beklerim

ve enteresan olan şudur ki; bu sefer belli bir kitleye ulaşma çok orijinal olma, süper kapsamlı analizlere girme, büyük laflar söyleme, birilerini acayip güldürme kaygım veya hayalim yok, tercihen istemiyorum. zaten hayatta sevdiğim iki şey var, biri morrissey bir geyik, işte o tandansta seyretmek istiyorum. kadim dostlarım açsın arada okusun, bir şeyleri hatırlasın, gülümsesin. kısacası ben şimdilik hobi olarak yine yazmak istiyorum

o zaman yine görüşene kadar mottomuz "şerefsizsin morrissey" olsun. hayır duanızı ve yorumlarınızı eksik etmeyin. esen kalın efendim.