Monday, April 15, 2013

masum değiliz hiç birimiz: izlediğim en kötü diziler. no 2 - melekler adası

2. melekler adası, 2004-2005
tahmini izleme süresi: (aralıklarla) 20 bölüm
It's time the tale were told of how you took a child and you made him old (ileri yaşlandırma teknikleri).

melekler adası, yayın hayatına "bir politikacının metresi olan eski kaşar hande ataizi'nin adamı yanlışlıkla öldürdüğünü sanarak kaçması, aynı sırada sevmediği bir adamla evlendirilmek istenen kapıcı kızı nurgül yeşilçay'ın kaçarak gazete ilanı vasıtasıyla bulduğu zengin kocaya kaçıyor olması, yetmediği gibi bu ikisinin kaçarken bindikleri vapurda karşılaşıp iki dakikada dünya ahret bacı olması, bunu müteakip iki dakikada ise hande'nin şeytan tarafından dürtülerek nurgül'ü denize atıp yerine geçmesi, yetmediği gibi nurgül'ün mektuplaştığı adamı da kapaklamasıyla eski kaşarlıktan rokforluğa terfi etmesi, bu arada nurgül'ün canlı halde kıyıya vurup dünya nimetlerinde gözü olmayan iyilikten ölecek bir balıkçı tarafından bulunup kurtarılması, balıkçının nurgül'e aşık olup evlenmek istemesi ama nurgül'ün ondan da kaçıp intikam almak için adaya gitmesi (ve bunların hepsinin iki bölümde olması)" şeklinde gayet soft bir başlangıç yaptı.

Hani herkes arkadaş/ Hani oyunlar sürerken/ Hani "styling" konsepti henüz çıkmamışken/ 
Eskidendi, eskidendi, çok eskiden

"daha ne olmuş olabilir acaba" merakıyla bir dönem ara ara cuma akşamlarımıza neşe katmaya devam eden dizi; bünyesindeki her bir karakterin başına tecavüz, hamile kalma, çocuk düşürme, tımarhaneye düşme, piyango vurması, tüm serveti kaybetme, tam düğün öncesi aldatıldığını öğrenme, evlatlık çıkma, hapse girme, kanser, monako prensiyle evlenme, felç olaylarından en azından 3'ünün gelmesi kriterine ulaşılmasıyla sona erdi, ya da umuyorum sona ermiştir, emin değilim çünkü. bence siz yavaştan izlemeye başlayın, sonra bitip bitmediğini bana alıştıra alıştıra söyleyin.


masum değiliz hiç birimiz'de önceki yazılar:
no 1: kınalı kar

Monday, April 8, 2013

margaret thatcher öldi mü

evet, öldi.

sevin, sevmeyin. margaret thatcher "beter ol şerefsiz, iyi ki öldün oh" diye bir kalemde silinecek kadın değildi (sözüm sana morrissey).

"margaret thatcher ölür, badem leydi olur" temalı bir yazı yazmak, veya neoliberalizm güzellemesi yapmak değil amacım. örneğin talihsiz bir yakıştırmayla "ruh ikizi" denilen reagan'ın ne kadar hanzo bir kişi olduğunu düşünüyorsam, margaret thatcher'ı bir o kadar ciddiye alırım. neticede bugün ingiltere avrupa içinde letonya, belçika ayarında bir ülke değilse, kütüğü manisa'ya bağlı olan bir insan olarak ben iki yıldır bu bloga "kraliçenin köpeğiyim" etiketli yazılar yazıyorsam orada margaret'ın hakkını margaret'a vermeliyiz. ama bugün konumuz bu değil.

İstesem hepinizi döverim.

thatcher başını hafifçe yana eğer, gözlerini devirir, tatlı tatlı konuşur ve ölümüne ağır, ölümüne zekice laflar sokardı, üstelik laf sokulan taraf da agresifleşmek yerine çekinmeden gülerdi. kendisiyle pek çok yönden ayrı dünyaların insanı olsak da, yakıcı değil sistematik ve tutarlı hırsı, lafı gediğine oturtma kabiliyeti, gücünü güzellikten almayan yoğun seksapeliyle ben hep içten içe margaret thatcher olmak istedim.


en az kendisi kadar sevdiğim bir ikonik ingiliz kadını olan (ve teknik olarak emrinde çalıştığı) kraliçe elizabeth'le iyi anlaşması, ortamın "egolar yarışıyor" programına dönmesinden dolayı mümkün olmadı (halbuki morrissey'in nefret ettiği insanlar olma temelinde birleşebilirlerdi ). thatcher başbakanlık yaptığı 11 sene boyunca kraliçe'yle didişmeye, kraliçe de thatcher'a köylü muamelesi yapmaya kalktı. zaten tuhaftır, kraliçe hep işçi partisi'nden başbakanlarla daha iyi anlaştı. 

Silüetlerinize kurban.

thatcher kızıl-kahve saçlarını kabartmayı, bir ingiltere başbakanı ne kadar parlak renkte ruj sürebilirse o kadar parlak renkli rujları, indigo mavisi tayyörleri, kendinden fularlı bluzları ve tombik inci küpeleri sevdi.

Tabi bizde anayasa olmadığı için başbakanın sürebileceği en parlak ruj tonu belli değil.

denis thatcher ise en çok margaret'ı sevdi. 20. yüzyıldayız margaret daha dur, ne first gentleman'lığı demedi. yıllarca şikayet etmeden yanında durup gülümsedi, izin verilince de hemen gidip yanağına bir öpücük kondurdu. hepimizin bir denis thatcher'ı olsaydı fena mı olurdu?

Uff snne be Dns

ama en önemlisi, işçi sınıfının cenazesini kaldırarak bize armağan ettiği billy elliot, the smiths, this is england, the clash gibi çok sevdiğim çeşitli şeylere değinmeden geçemeyeceğim.


badem leydim, pamuk leydim. eyyorlamam şimdilik bu kadar. vay efendim orası bizim toprağımızdı, o falklands'ı yarın sabah masamda istiyorum diye ingiliz askerlerini arjantin'in bir ucuna ölüme de yollasan, ingiliz çocuklarının süt parasından da kessen, ben yine ara sıra sen olmayı, en azından senin gibi göz süzüp laf sokmayı hayal edip, yapamayacağım. çünkü iyi olmakla karizmatik olmak farklı şeyler. kal sağlıcakla (ehe).