Friday, March 18, 2011

selams

selam, ben deniz. 20 yaşındayım. dublin'den bildiriyorum. boş vakitlerimde alakasız insanların egolarına tavan yaptırıyorum. yarışmacı arkadaşlara başarılar diliyorum.

Sunday, March 6, 2011

lisa mitchell: "ay yazık kıııızzz"

gençler söyleyin bakalım, feyste tıvitırda bangır bangır reklamını yapıyorum beş aydır, hala lisa mitchell'a neden gereken ilgi gösterilmiyor? evladım komik bir şey varsa söyleyin hep birlikte gülelim.



lisa benimle aynı yaşta. avustralya anayasasının değişmesi teklif dahi edilemeyen maddelerinden olan "her avustralyalı ille de muhteşem bir insan olacak" kanunu gereği, o da doğal olarak muhteşem bir insan. daha 16 yaşında, mini mini minicikken australian idol'la tanınmaya başlamış, bu tip şarkı yarışmalarının dünya tarihinde ilk kez bir işe yaramasını sağladıktan sonra da kendi albümünü çıkarmış. müziğini şahane bir şekilde "candy-coated folk-pop with a fierce and often dark heart" olarak tanımlamış birileri, ben de çalmakta beis görmedim, göremedim. lisa bana morrissey'i, audrey hepburn'ü, ağlamadan önceki son üç-dört saniyede sesin titrek çıkışını, marais'deki vintage dükkanlarını, frambuazlı tartelette'leri, tumblr'ı, yeni evimizde pazar sabahlarını, yalnız başına yürümeyi, terkedildikten sonra birkaç dakika ağlayıp içinin temizlendiğini hissetmeyi, buraya getiremediğim ufak beyaz demliğimde çay yapıp sütle içmeyi ve daha bir çok başka sevdiğim şeyi anımsatıyor.

lisa mitchell'ı ilk annem keşfetti. yani bizim aileden ilk demek istiyorum, yoksa annemin bir erol köse durumu yok. otoyolda bastırmış giderken radyoda neopolitan dreams çalmış, çok hoşuna gitmiş. o gün güneşliymiş ve her taraftan başka sihirli melodiler geliyormuş. sonra şarkının peşine düşmüş (sanıyorum bu annemin jargonunda google'da aramak anlamına geliyor), bulup klibini izlemiş, daha da sevmiş. lisa'yı biraz da bana benzetmiş. yani tek tek baktığında hiç bir benzerliğimiz yok ama, bence o awkward utangaç tavırlarını benzetmiştir. belki de o gözlerini kocaman açışını. sonra ben izmir'deyken bir ara bana da izletti. izler izlemez hem annemin ne demek istediğini, hem de lisa'yı anladım, bence tanışsaydık o da beni anlardı: neticede müzikte insan esasen hep kendi hikayesini dinlemek istiyor. en çok kendi dertlerinden etkileniyor. işte o zamandan beri de lisa mitchell'ın müziği hayatımda mühim bir parça olarak yer alıyor.

 insanlar bilmezler; biz gözlerimizi çok masum ve şirin olduğumuzdan değil, gözyaşlarımız rimelimize değmesin ve daha çabuk kurusun diye öyle kocaman açıyoruz. şimdi siz muhtemelen bu çocuk-kadın görünüşüne rağmen umutsuzca karanlık bir kalbe sahip olmanın ne demek olduğunu da bilmiyorsunuz. ama mesela ben biliyorum ki lisa kendini kendine kanıtlama çabası gütmediği günlerde üzerinde sevimli desenler olan penye iç çamaşırları giyiyor. kırmızı ruj sürdüğü kliplerine bakınca hep "keşke biraz daha az sürseydim, hatta hiç sürmeseydim" diyor ama sonraki sefere yine sürüyor. takmaması gereken bazı insanları takıyor. ben yine de kimsenin onu üzmemesi gerektiğini, bunun haksızlık olduğunu düşünüyorum ama lisa müziğini gün boyu topladığı ufak hayal kırıklıklarıyla besliyor, o yüzden de mutsuzluğun o kadar da kötü bir şey olmadığını düşünüyor.

uzun lafın kısası, bacım lisa'yı üzen karşısında beni bulur gençler. (sanırım avustralyalı olmadığımdan) o kadar şahane bir insan değilim, o yüzden lisa'ya ancak yine kendi sözlerini gönderebiliyor ve kendisini bol bol öpüyorum:

"deepest of the dark nights, here lies the highest of highs."

Friday, March 4, 2011

sevişmeyin demiyorum hobi olarak yine sevişin

 günün sözü:
"bak misal az önce şu kızla takriben üç saattir aralıksız yiyişirken içim kan ağlıyordu, memlekette yavuklum var benim çok seviyorum ulan, dönüşte babasından isteticem annemgile, ama burada bulunduğumuz süre içinde yapmak zorundayız, istemesek de sevişicez, sike sike sevişicez şekip." (üç aşağı beş yukarı söyleyen: bizim okuldan hollandalı bir çocuk, yer: belinize kuvvet party çıkışı metro yolu, saat: 5:58)
İstanbul Üniversitesi'nde okuyan Rutenyalı Erasmus öğrencisi Hürrem
dertliyim dostlarım. zira bu aralar erasmus çevreleri kitleler halinde sanat için, bilim için soyunuyor. soyunmayanlar mimleniyor. o yüzden ipleri içimdeki daye hatun'a teslim ediyor ve başlıyorum.

bu konuda her gün duyduğum söylemler üç ana grupta toplanabilir. aslında kassan beş grupta dahi toplarsın, seven ne yapmaz şekip. neyse ne demiştik:
 
"geçen arkadaşın biriyle seğişiyoz, neticede erasmustayız, sonra telefon çaldı kim arasa beğenirsin": saldıray abi'yi yüreğinde yaşatan bu grubun temel taşlarını direkt yazma niyeti olmayan fakat piyasayı hareketlendirmek isteyen erasmus arkadaşlarımız oluştuyor. "come oooon you're in erasmus" genelde en sevdikleri çin atasözü, fakat malesef ben hep "balık vereceğine balık tutmayı öğret"i sevdim. fakat neticede saldıray abi türk televizyon tarihinin en mühim karakterlerinden biridir, onu temsil ettikleri için çok da gıcık kapamıyorsun ki bunlara (saldıray abi konusu tabi ki burada bitmeyecek, takipte kalın).

"selam ben johannesburg'dan jeremy, fakat malum erasmustayız popoyu bi ellemezsem olmaz": 
sürtünme arkadaşım, sürtünme güzel kardeşim. bak nasıl da güzel anlaşıyoruz sen böyle seksomanyak davranışlarda bulunmayınca (bu cümle bir süre önce saçma bir nedenden dolayı hayatımdan çıkan ve çok özlediğim bir arkadaşıma adanmıştır. umut, olur da denk gelir ve bunu görürsen diye söylüyorum; neden artık konuşmuyoruz neredeyse hiç bir fikrim yok. çok özlüyorum ulan seni! görüyorsunuz şerefsizsin morrissey sinan çetin'le film gibi'nin boşluğunu doldurmayı hedefliyor)


"hayrola, halvete mi gidiyorsun hürrem hatun?": bu grubun asıl örneğini teşkil eden sevgili ev arkadaşlarım düzenli olarak her markete çıkışımda "kiminle buluşmaya gidiyorsun, yakışıklı mı bari, işi iyi mi, kaç kardeşler?" diye sormayı ihmal etmiyorlar. erasmusum ya, her gün metroda başka bir hayatımın aşkıyla tanışacağım veya böyle çılgın seksler entrikalar dönecek illa. bu yolda mütemadiyen ergenleşiyorlar, zaten çok seviyorum iyicene bir süper oluyorlar lan. adeta siz nasıl beni 13 yaşında gibi davrandığım için seviyorsanız ben de onları öyle seviyorum.

geçen gün bunlarla dışarı çıktık, sonrasında onlar eve dönecek ben de bir gerizekalı erasmus event'ine katılacağım, o yüzden yavşak bir erasmus kardeşimize (herkesbanahastahedehödö) mesaj atıp adresi almam gerekti.

m (25, airfrance'ta kaptan pilot, cidden): enişte mi yoksa????
d (20, blogger):  yok abi, cidden değil. mekanın adresini alıyorum.
m (25, airfrance'ta kaptan pilot ama bu noktada 12 yaşında bir kız çocuğuna dönüşüyor): nereli haa söyle! ölümü gör söyle! lütfeeeen!

 sırf bu konudaki istikrarlarını acayip takdir ettiğimden bir sonraki sefere marketteki kasiyeri "nişanlandık biz" diye getirmeyi düşünüyorum, maksat sevinsin çocuklar, evde bir bayram havası essin. şerbet ve lokma dağıtılsın, hiç bir masraftan kaçınılmasın daye hatun. gidip altın saçalım mı mustafam? gerçi son günlerde çok başarılı bir kampanya yürüterek kendilerini halvete gitmediğime ikna ettim sayılır ama bu sefer de ne zaman gideceğimle ilgili ciddi bir iddiaya girdiler. kazanırsam mahallede aşure ve iddiadan kazanacağım biraları dağıtacağım hayır için. lafayette babaya adak adadım o longchamp çantayı  alacağım.

Mahi ve Süleyman Manisa Celal Bayar Üniversitesi'ndeki mutlu günlerinde, henüz Süleyman İstanbul Üniversitesi'ne transfer olmadan
bakın hobi olarak yine sevişilsin, yapan yapsın, gençler kaynaşsın da; benim derdim "mecbur birilerini götürücez abi erasmustayız" yaklaşımıyla. sinir katsayısının artması nedeniyle yazının sonuna yaklaşırken belirtmek istiyorum ki şu kadar yazı yazdım fakat hala niçin erasmus'ta normalden daha çok sevişilmesi gerektiğini anlamadım.

Süleyman ve Hürrem birlikte aldıkları Fizikokimya dersinde
son olarak; aşağıdaki mühim ali güven eserini tüm erasmus öğrencisi kardeşlerime gönderiyor, odanın ortasında tarzım değil'le çılgınca apaçi dansı yaparken hepinizin gözlerinden öpüyorum. içimdeki ergen ve içimdeki daye hatun da tüm o unreleased sexual energy'lerinin verdiği huzursuzlukla sizlere el sallıyor, öpücük yolluyor ve bir takım tuhaf hareketler yapıyorlar (yazının geneliyle çelişecek biliyorum ama siz de muhteşem yüzyıl'daki daye hatun'a zaman zaman "seviş rahatlarsın bacım" deme isteği hissediyor musunuz?). zaten an itibariyle türkiye'yle tek bağlantım muhteşem yüzyıl ve apo, son yazılardan da belli oluyordur.