Sunday, March 6, 2011

lisa mitchell: "ay yazık kıııızzz"

gençler söyleyin bakalım, feyste tıvitırda bangır bangır reklamını yapıyorum beş aydır, hala lisa mitchell'a neden gereken ilgi gösterilmiyor? evladım komik bir şey varsa söyleyin hep birlikte gülelim.



lisa benimle aynı yaşta. avustralya anayasasının değişmesi teklif dahi edilemeyen maddelerinden olan "her avustralyalı ille de muhteşem bir insan olacak" kanunu gereği, o da doğal olarak muhteşem bir insan. daha 16 yaşında, mini mini minicikken australian idol'la tanınmaya başlamış, bu tip şarkı yarışmalarının dünya tarihinde ilk kez bir işe yaramasını sağladıktan sonra da kendi albümünü çıkarmış. müziğini şahane bir şekilde "candy-coated folk-pop with a fierce and often dark heart" olarak tanımlamış birileri, ben de çalmakta beis görmedim, göremedim. lisa bana morrissey'i, audrey hepburn'ü, ağlamadan önceki son üç-dört saniyede sesin titrek çıkışını, marais'deki vintage dükkanlarını, frambuazlı tartelette'leri, tumblr'ı, yeni evimizde pazar sabahlarını, yalnız başına yürümeyi, terkedildikten sonra birkaç dakika ağlayıp içinin temizlendiğini hissetmeyi, buraya getiremediğim ufak beyaz demliğimde çay yapıp sütle içmeyi ve daha bir çok başka sevdiğim şeyi anımsatıyor.

lisa mitchell'ı ilk annem keşfetti. yani bizim aileden ilk demek istiyorum, yoksa annemin bir erol köse durumu yok. otoyolda bastırmış giderken radyoda neopolitan dreams çalmış, çok hoşuna gitmiş. o gün güneşliymiş ve her taraftan başka sihirli melodiler geliyormuş. sonra şarkının peşine düşmüş (sanıyorum bu annemin jargonunda google'da aramak anlamına geliyor), bulup klibini izlemiş, daha da sevmiş. lisa'yı biraz da bana benzetmiş. yani tek tek baktığında hiç bir benzerliğimiz yok ama, bence o awkward utangaç tavırlarını benzetmiştir. belki de o gözlerini kocaman açışını. sonra ben izmir'deyken bir ara bana da izletti. izler izlemez hem annemin ne demek istediğini, hem de lisa'yı anladım, bence tanışsaydık o da beni anlardı: neticede müzikte insan esasen hep kendi hikayesini dinlemek istiyor. en çok kendi dertlerinden etkileniyor. işte o zamandan beri de lisa mitchell'ın müziği hayatımda mühim bir parça olarak yer alıyor.

 insanlar bilmezler; biz gözlerimizi çok masum ve şirin olduğumuzdan değil, gözyaşlarımız rimelimize değmesin ve daha çabuk kurusun diye öyle kocaman açıyoruz. şimdi siz muhtemelen bu çocuk-kadın görünüşüne rağmen umutsuzca karanlık bir kalbe sahip olmanın ne demek olduğunu da bilmiyorsunuz. ama mesela ben biliyorum ki lisa kendini kendine kanıtlama çabası gütmediği günlerde üzerinde sevimli desenler olan penye iç çamaşırları giyiyor. kırmızı ruj sürdüğü kliplerine bakınca hep "keşke biraz daha az sürseydim, hatta hiç sürmeseydim" diyor ama sonraki sefere yine sürüyor. takmaması gereken bazı insanları takıyor. ben yine de kimsenin onu üzmemesi gerektiğini, bunun haksızlık olduğunu düşünüyorum ama lisa müziğini gün boyu topladığı ufak hayal kırıklıklarıyla besliyor, o yüzden de mutsuzluğun o kadar da kötü bir şey olmadığını düşünüyor.

uzun lafın kısası, bacım lisa'yı üzen karşısında beni bulur gençler. (sanırım avustralyalı olmadığımdan) o kadar şahane bir insan değilim, o yüzden lisa'ya ancak yine kendi sözlerini gönderebiliyor ve kendisini bol bol öpüyorum:

"deepest of the dark nights, here lies the highest of highs."

1 comment: