Friday, February 18, 2011

sayın yılmaz, neden mizah?

başlarken: şimdi soracaksınız; sayın yılmaz, neden mizah?

ben prensip olarak yaptığım her şeyle ilgili şu tip hayallere girerim: ayakkabı alırken onu kullandığım bir kombinle kendimi the sartorialist'te görürüm. metroda enteresan bir şey görüp unutmadan not defterime yazmaya davrandığımda çıkar çıkmaz pulitzer alacak bu kitabın arkasındaki fotoğraf için vereceğim pozu çok net bilirim (sağ el çenenin altında, gözler sorgularmışçasına direk kameraya çevrili, belli ki kafa karışmış ve bünyede durağan bir hoşnutsuzluk var, ağız hafif açık). hakkımda anlatılan hikayelerden hareketle söyleyebilirim ki tahminen 3 aylık olduğum dönemden beri hayatta her konuda hırs yapmaktayım.

fakat farkettim ki ben artık başka şeyler de istiyorum. takıntı yaptığım bir şarkıyı paylaşıp onun üzerine konuyu bir yere bağlama veya amantanrımnekadarentelektüel olduğumu gösterme zorunluluğum olmadan sayfalarca yazmak istiyorum. muhteşem yüzyıl'da süleyman'ın adeta her an "150 bin dolar" diyebilirmiş gibi durmasının geyiğini çevirmek istiyorum (veya aslında bu konudan cidden kıllanıyorum lan, geyik değil). bizzat muzdarip olduğum "arkadaşlıkta 'bebeğim' seviyesi" adlı sendromu hiç de bilimsel olmayan metotlarla incelemek istiyorum. bir gün yine facebook chat'teyiz, süper bir diyalog geçiyor, kayıt altına alınmalı diyelim, işte açıp onu paste edebileceğim bir yer olsun istiyorum. mesela yine ben -blogun adından da anlaşılabileceği gibi- yıllara dayanan samimiyetimize güvenerek morrissey'e şerefsiz deme hakkını kendimde görüyorum (bu samimiyetten onun haberi vardır, yoktur başka mesele; sizi de ilgilendirmez zaten ama bir samimiyet var). gel gör ki bunları ifade edecek platform sahibi değilim. biliyorsunuz (veya bilmiyor da olabilirsiniz) her platformda hesabım var ama bu konu biraz itskomplikeytıt. dedem vefat ettiği için ona facebook açmadık ama her status update'imde onun dışındaki tüm aile bireyleri toplanıp kameraya el sallıyor gibi hissediyorum. sürekli yazan bir insanım ama "how I met bu hafta uçmuştu ekiki" diye öykü yazabilecek aşmışlığa sahip de değilim. twitter desen  "özet geç piç" tandanslı karakter sınırıyla ancak bir yere kadar kesiyor, zaten ondan fena baydım annem. konuya girmişken; bir de kasınç ingilizce moda blogu sahibiyim, hepinizi beklerim

ve enteresan olan şudur ki; bu sefer belli bir kitleye ulaşma çok orijinal olma, süper kapsamlı analizlere girme, büyük laflar söyleme, birilerini acayip güldürme kaygım veya hayalim yok, tercihen istemiyorum. zaten hayatta sevdiğim iki şey var, biri morrissey bir geyik, işte o tandansta seyretmek istiyorum. kadim dostlarım açsın arada okusun, bir şeyleri hatırlasın, gülümsesin. kısacası ben şimdilik hobi olarak yine yazmak istiyorum

o zaman yine görüşene kadar mottomuz "şerefsizsin morrissey" olsun. hayır duanızı ve yorumlarınızı eksik etmeyin. esen kalın efendim.

4 comments:

  1. ya şerefsizsiniz ya da şeref sizsiniz morrissey. bizler morrissey torunuyuz. senin yazılarını okumayı geyiğini dinlemeyi çok seviyorum o yüzden bu habere pek sevindim. sen yaz, sen yazdıkça ben de coşayım, bu aralar bi blog kabızlığı içindeyim zira.

    satırlarıma burada son verirken erin go bragh.

    ReplyDelete
  2. Yeni Blog Icin Ne Dediler?

    Sabiha Teyze(54, Bombacı): İlk Türk blog kadını olamamış mı? Yazık, neyse.

    Mustafa (47, Topal): Faydalı bir eser.

    Süleyman (38, ??): Olmaya internette bir sayfa bu blog gibi.

    ReplyDelete
  3. aylavyu minnoş, yaz da okuyalım.

    ReplyDelete
  4. sabiha beni severdi halbuki. neyse, ne iyi ettiniz de uğradınız, şeref verdiniz efendim.

    erin we go bragh inşallah.

    ReplyDelete