Monday, April 18, 2011

mert için.

bugün size mert'ten bahsedeceğim.

mert bizim izmir'deki komuşumuzun oğlu. annemlerin geçen sene taşındığı sitede karşı evde oturuyorlar. mert liseye gidiyor. kendisi cüce. ben mert'i severim. herkes mert'i çok sever. konuşması kolay, eğlenceli, şen bir insandır. mert'in bir köpeği var, alex. köpeği de en az mert kadar arkadaş canlısıdır, akşamları bizim eve uğrar. alex gelince mert'i anarız. yalan olmasın; ben mert'i beş, bilemedin altı kere; izmir'e birkaç gün için uğradığımda görmüşümdür. tanışır tanışmaz beni facebook'tan bulup eklemişti. bir keresinde de "mert listed you as his sister" diye mail gelmişti. teyallaam, dedim, gülümsedim, bir şey yapmadım. bir de, şey işte; mert bu aralar bir ameliyat olacaktı. boy uzatma ameliyatı; hani kemiklerini kesiyorlar da kaynarken uzatıyorlar, işte ondan. altı ay okula gidemeyecek, evde oturacaktı. 18 santim uzayacaktı. az değil. ne cesur çocuk, demiştik. altı ay az değil.

bugüne geliyoruz: paris'te ilk kez bir randevum var. dün galeries lafayette'e gidip parfüm aldım. bana ufak bir dior torbası yaptılar. kurdeleli. içinde parfümüm ve yanında bir sürü tester. metroya binmeden önce bir süre kendi kendime torbamla salındım sokaklarda. belki yalnızca o an, bu parfüme natalie portman'dan biraz daha fazla yakışıyordum. paris her zamankinden azıcık daha şen ve fütursuzdu. eve gelince torbayı bir yere astım. hala da bakıp duruyorum. işte öyle, yeni parfümümden memnunum, bu akşam date'e gidiyorum ve ne giyeceğimi bile biliyorum.
Bu konuyla son derece alakasız resmimizde çok sevdiğim biri 7 yaşında ve gülümsüyor.
sonra bu alakasız iki konu bir araya geliyor. çıkmam gereken zamana iki-üç saat kala annemle konuşuyorum ve mert'i soruyorum. ameliyattan sonra komplikasyonlar çıkmış. durum kötüymüş. kurtulacağını sanmıyorlarmış. ben şimdi buram buram miss dior cherie* kokarak evden çıkacak, ince bacaklarım üzerinde seke seke metroya gideceğim. mert ise belki birazdan ölecek. niçin? genetik piyango bana vurmuş. çok da bir piyango olmasına gerek yok: neymiş efendim, kemiklerim azıcık daha uzun olduğu için ben bu akşam date'e gidiyorum. kafamı kitaba gömmüş bob dylan söylerken çok sevimli göründüğüm için. aferin bana! benim aman saçım çok mu koyu, çok mu açık, şuram iki milimetre fazla mu büyük, bu elbise bu popoyla olmadı diye günlerim geçiyor. velev ki bunu yapmadım, aman da ne süpermişim ben diye gururla salınacağım; onu da istemiyorum. ne yapmak lazım hiç bilmiyorum. işin kötüsü, bunları çıkarsam hayatımdan geriye ne kalacak bilmiyorum.


aynaya bakar bakmaz ağlamaya başlıyorum. başımı çevrince duruyorum. içim karardıkça kararıyor. bir el göğüs kafesimde, ciğerimi sıkıp duruyor. zaman geçmek bilmiyor. zaman yanlış. bütün vücudum kasılmış, hareket edemiyorum.çocukluğumun kimbilir neresinden miras kalan, çok üzülünce istemsiz olarak bacak kaslarımı sıkma huyum vardır. bazen öyle sıkarım ki sonrasında bazen bir gün geçmez, kasılı kalır, ölümüne ağrır ve ne fiziksel, ne de psikolojik acıyı unutmama izin vermez. işte o oluyor. bir köşede ayakta durup hayatı anlamaya çalışıyorum. sonra tek yapabildiğim bir şeyleri alıp atmak olduğu için odayı toplamaya başlıyorum. yerden dolaba, yerden çamaşır torbasına. yataktan yere. atıyorum. atıyorum. bir beş dakika içinde oda aylardır olduğundan toplu görünüyor.

ali ahmet mehmet ayşe fatma. deniz. biz bu akşam dışarı çıkıyoruz. bugün cumartesi ya. biz dışarı çıkmak zorundayız. mert ise belki ölüyor.
sonra parfümümü sürüp gidiyorum. üst notalarda çilek, mandalina ve kiraz var. metroda aktarma yaparken yürüyen insanları görüyorum. devam ediyorum. date cidden korkunç geçiyor. hayır, "ya işte sıkıldık, farklı insanlarmışız, oluru yok abi" tarzı standart kötü geçen date değil, olmaması gereken saçma şeyler oluyor. sanırım orta notalardaki yasemin ve karamel onun burnuna gelmiyor. 23:30'da ben tekrar metrodayım, öyle söyleyeyim. eve dönerken neredeyse ağlayacağım. sonra durup diyorum ki; kızım, bıraksana onu bunu sen. o andan itibaren randevunun hikayesi benim için en fazla bir geyik malzemesi, bir "olm dün akşam çoğacayipti değil mi lan" oluyor. alt notalardaki misk ve paçuliyi ancak o zaman duyuyorum.

ve ben bir kenarda durup mert'e ağlıyorum.


mert; canım benim. bütün bencilliğimle, ben döndüğümde orada olmanı istiyorum. sen yeter ki iyileş, seni hayat boyu en bi' kardeşim olarak listeleyeceğim.

not 1: bu yazıyı cumartesi yazmıştım ama sonra yayınlayamadım. istemedim. içimden gelmedi. bugün annem haber verdi, mert iyileşiyormuş. annesi arayıp müjdeyi vermiş, birkaç güne yoğun bakımdan çıkaracaklarmış. "sen de gir facebook'tan mesaj at, girer yakında" bile dedi. hayat, sen az şerefsiz değilsin ama arada böyle kıyaklar da geçiyorsun ya bizlere. affediveriyorum seni. her seferinde.

not 2: "çoğacayipti olm" altbaşlıklı bu date'in hikayesi de burada bitmeyecek. çünkü cidden çoğacayipti olm. bu avrupa'da erkeklerin sularına ilaç mı katıyorsunuz ne yapıyorsunuz da böyle dengesiz oluyorlar anlamıyorum ki birader.

*eğer beni azıcık tanıyorsanız bunu açıkça söylemem garibinize gitmiştir.triplerimden birazcık kurtulmaya karar verdim, başlangıç olarak da pafümümü açıklıyorum sevgili okurlar. kaç senelik "I don't reveal my perfume" tribinde sona yaklaştık demek, hadi ya? fakat o senelerdir söylemediğim parfüm bu değil, bunu yeni aldım. onu belki nirvana'ya daha bir ulaştıkça söylerim. 
fakat miss dior cherie süren kız 23:30'da metroya bırakılmaz, onu da belirtmek istiyorum.

4 comments:

  1. John Berger eskiden Roll'da çıkmış bir söyleşisinde çok güzen anlatıyordu:

    "İnsanlık durumu dediğimiz şey, ölümlülüğü, acıyı, hüznü, kayıp vermeyi içerir. Ama bütün bunlarla barışmayı ve onları aşmayı sağlayan hasletleri de barındırır".

    Hayat aşırı kısa boyluluğu, böbrek yetmezliğini, göz bozukluğunu, kanseri barındırdığı gibi sürünebileceğimiz ve gün içinde tenimiz ısındıkça farklı tonlar yayan parfümleri de barındırıyor. Bunlar iç içe geçiyorlar sonra. Bizi en çok hüzünlendiren bir şarkı yine de en çok sevdiğimiz şarkı olmuyor mu? Birbirini dışlaması gerekmiyor bir insanın fiziksel acısıyla başka bir insanla buluşmaya giden insanın sevincinin. İnsanlık durumu böyle bir şey. Bizi barıştırıyor, gündeliğin koşuşturmasının ve “büyük balık küçük balığı ham ham eder” kuralının işlemediği bir ayracın içine taşıyor. Doktorlar belki insanın kemik boyunu yirmi otuz santim uzatabilir ama insanlar birbirleri için yerçekimini ortadan kaldırabilecek iyiliği, şefkati, güzelliği de barındırıyorlar kendi içlerinde. O yüzden hiçbir ameliyat Mert’i kendisi için böyle içtenlikle yazarak eriştirdiğin bir ağacın boyuna eşitleyemezdi.

    ReplyDelete
  2. üslubunu komikliğini araya serpiştirdiğin duygusallığını ve bunları en akıcı şekilde ifade etmeni çok seviyorum, söylemiş miydim? kenksimsin diye demiyorum. bi önceki cümledeki kelime seçimim bütün romantizmi harcadı, ağzına ağzına vurdu.

    ReplyDelete
  3. bi de şey dicem üstteki arkadaş çok güzel yazmış

    ReplyDelete
  4. blog ismin şahane, en yukardaki post'un (yani bu) da şahane. zannederim şahane bir insansın. takipteyim. mert'e acil şifalar dilerim. paris'te olmanı da acayip kıskandım. açık açık söyliyim ki, bastırılmış hasetimden parfüm şişen kırılmasın dedim.

    ReplyDelete