![]() |
temsili olmayan resim. |
İzmir’deyim. Yaş sekiz, dokuz, on, on bir
olacak. Orası kafamda net değil de, mevsimlerden yaz, onu kesin hatırlıyorum.
Saçma sapan, gereksiz derecede sıcak bir
gün. Babaannemlerdeyim. Eski moda, klimanın lüks kabul edildiği evler bunlar.
Daha sabahın erken saatlerinde, sıcak asıl yüzünü göstermeden ev bana dar
gelmeye başlıyor. Bir aşağıya, alt komşumuzun kızı İpek’in yanına iniyorum. Bir
zaman da bu kolektif sıkıntımızı paylaşarak geçiyor. Sanki güneşin en vicdansız
olduğu saati özenle bekliyoruz, nihayet öğlen olunca da sözsüz anlaşmamız
gereği dışarı koşuyoruz. İzmir, beklendiği üzere, yanıyor. Asfaltlar kızışmış.
Gideceğimiz bir yer, yapacağımız bir şey yok. Bu sıcakta oyun da oynanmaz.
Güneş enselerimizde boza pişirirken biz sokakları arşınlıyoruz. Taşları
tekmeliyoruz, arada rotamızla ilgili bir iki kelime edip susuyoruz. Şehir
ısınmış çöp kokuyor. Semtte yürüyerek büyük bir daire çizip, sonunda evin yan
sokağına geliyoruz. En çok çöp kokanı, en kirlisi de bu sokak; yıllardır
gitmedim ama eminim bugün gitsem hala öyledir. Yerlere bakınarak ilerliyoruz:
bir balık kılçığı, çürük domates, plastik parçaları buluyoruz. Bu çerin çöpün
arasında biraz ötedeki siyah bir topak dikkatimizi çekiyor. Ona doğru biraz
ilerliyor ve emin oluyoruz; tüyleri güneşte parlayan siyah bir yavru kedi bu.
Tabi; yaz, karpuz mevsimi olduğu ölçüde yavru kedi mevsimidir. Bunu herkes
bilir. Üstelik sekiz, dokuz, on, on bir yaşındayız ve kedileri seviyoruz.
Fakat bir
şey var. Kedi huzursuz edici derecede hareketsiz görünüyor. Duruyorum. İpek ise
ilerliyor. “Ölü o”, diyorum.“Yok, ölü değil.” İlerlemeye devam ediyor. “Dokunma
İpek”, diyorum. İpek tanıdığım en inatçı insan. O yüzden yerimde kalıyorum,
yavaş ama sabırsızca kediye doğru ilerleyişini izliyorum. Sonunda ayağının ucuyla
yavaşça dürtüklüyor. Bir zamanlar kedi olan siyah topak; büyük bir hışırtı
çıkararak kayıyor.
Oracıkta, güneşin altında kurumuş kalmış. Bizim
ise güneş ancak ensemizi yakıyor. Algılayamıyoruz. Fazla geliyor.
Bunların
hepsinin kafamızdan geçmesi iki, üç saniye alıyor. Sonra da anlaşmış gibi
ardımıza bakmadan eve doğru koşuyoruz. Bir daha da bu olaydan bahsetmiyor,
yaşanmamış gibi yapıyoruz.
previously on birtakım parçalar:
ha bir de son olarak, şöyle bir şey çıkmış diyorlar:
Follow my blog with Bloglovin
previously on birtakım parçalar:
ha bir de son olarak, şöyle bir şey çıkmış diyorlar:
No comments:
Post a Comment