Friday, October 18, 2013

monaco kraliyet ailesi'yle "izdivaç"

sevgili okuyucular, monaco’yla başladığımız bu yazı dizisinin ilerleyen bölümlerinde isveç, norveç, danimarka, belçika belçika hollanda ve artık allah ne verdiyse diyerek,  kadim dostum misschattenoire’la birlikte avrupa’nın güzide kraliyet ailelerini eleşirmenin sonsuz mutluluğunu yaşayacağız. kısmetse. 14 senelik arkadaşlığımız sonucu artık fiilen bir bünye oldugumuzdan, size bize gerek yok diye düşünüp,"biz"li yazmasak da olur dedik ve böylece sizi de dedikodu dünyasinin icine çekmeye karar verdik.


haydin bismillah.


her kraliyet ailesinde tuhaf bir insan vardır. ama tabii, kraliyet ailesinin toptan tuhaf olması, takdir edersiniz ki çok sık karşılaştığımız bir durum değil. bu duruma örnek teşkil eden, avrupa’nın sayfiyesi ünvanını gururla taşıyan monaco’dan bahsetmeyi borç biliyorum. 

grace kelly'nin genetik mirasını 2. nesilde kısmen, 3. nesilde tamamen harcadınız, gayrimeşru çocuğa doyamadınız, kah albüm çıkardınız kah markalara poz verdiniz yetmedi mi? sirk cambazı kocaya kaçtınız yetmedi mi? ayıp değil mi? ister meşru ister gayrimeşru sürüsüyle çocuk yapıp, bir terliksi hayvan, bir amip rahatlığında dilediğinizce çoğalabilirsiniz. ancak, kendinizi kraliyet ailesi olarak halka tanıtıp, bu işin ekmeğini yiyip, sonra bu sekilde yüzyıllarla şekillenmiş avrupa kraliyet kültürüyle dalga geçemezsiniz. 

Geçeriz.

arada da rose ball adi altında elitler yarışıyor programı yapıyorsunuz. hatta yapamıyorsunuz çünkü zamanla halkla ilişkiler müdürünüz haline gelmis olan karl lagerfeld, aslında sizi chanel çantalarının reklamını yapmak için kullanıyor. ancak tabii onun da hakkini yememek gerekir, arada grace kelly'nin size verdiği yetkiye dayanarak yapmanız gerekenleri, aranızdaki simbiyotik ilişki sebebiyle kendisi yapıyor.

Bir balık yakaladık, adı da Grace.
aslında her şey, tüm bu olanların müsebbibi grace kelly’nin kendisini onu gomez addams edasıyla bekleyen prens rainier’nin kollarına atmasıyla başladı. 

biricik prensesimiz parlayan yıldızımız grace, yaşamını bir film noir efsanesi olarak sürdürmek, kendi humpfrey bogart’ını bulup tipik hollywood brangelina mutluluğuna erişmek varken, “prenses olayım, eteklerim uçuşsun” hevesine kapıldın ve avrupa’nın adı büyük kendi küçük, ekonomisi daha da küçük ülkesi, adeta avrupa’nın pendik’i bağcılar’ı olan monaco’ya festival harici bir vesileyle entegre olmalıyım diye düşündün. tabii bu noktada prensin otomat sistemiyle çalıştığını ve başlık parasını vermeyeni gelin olarak almadığını belirtelim.  ama sanıyorum evdeki hesap çarşıya uymadı, saraya ise hiç uymadı. 

Bedava mı sandın, para verip aldım

kabul edelim, türlü pazarlıklarla satın aldığın prenses titri sana oscar ışıltısından bile cok yakıştı. gerek senden aldıkları 2 milyon dolarlık drahoma, gerek dünya kamuoyunun artan ilgisi sayesinde monaco’nun cebinin para görmesi de bu zamana denk gelir. hollywood’da oscarı olmayan kimsenin kalmadığı vakitlerde parlayan yıldızın artık monaco’yu aydınlatmaya başladı ve sen- evlenmeden önce muhtemelen doğurganlık testine evet demiş her kadın gibi- koşa koşa anne oldun. amma velakin, o doğurganlık testi, bahsi geçen fiilin albert’le sonuçlanacağını bilseydi sanıyorum pozitif çıkmaya ikna olmayacaktı. prens albert, senin DNA dizilimine edilmiş ilk ihanetti. kendisi zekası, yakışıklılığı ve yetenekleriyle dünyayı peşinden koşturan bir prens olabilirdi ama yine her zaman olduğu gibi “dominant gen” gerçeği bizi şaşırtmadı ve monaco’dan olma grace kelly’den doğma albert, prenses caroline ve prenses stephanie ile senin soyun tükenirken monaco’nunki devam etti. ben de yazıma albert’le devam etmeyi uygun buluyorum.
  
albert, albert. şu kadar senedir monaco tahtındasın, ülke için yaptığın tek olumlu hareket, pıtrak gibi ortaya çıkıp duran gayrimeşru çocuklarını bir düzene oturtman oldu. artık monaco’lular her sene rose ball’u, monaco grand prix’sini heyecanla bekledikleri gibi bir de bilmemkaçıncı geleneksel albert’in gayrimeşru çocuğunun ortaya çıkışı sezonunu bekliyorlar. gınalı guzu charlene'le dünyaevine girmeden önce sanat dünyasıyla olan yakın ilişkilerin gossip girl’ün iki bölümlük senaryosunu oluşturdu. bu arada, rumor has it, “dünyanın tüm hostesleri birleşin” dedin ve bu konuda havayolları hala tepkili, dikkat edersen o yüzden monaco’ya ısrarla havaalanı yapılmıyor.

Prensken başardım bu aşk oy’nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.

charlene, ailenin en en çok reklamı yapılan üyesi olduğun için seninle devam edip bir an önce sıranı savmak istiyorum. yoksa first lady titrin bana bir şey ifade ettiği için değil. devasa omuzlarından korktuğum için hiç değil. öncelikle eminim evde (sarayda?) eski yüzücü olmanın verdiği enerjiyle kocana "numan" diye hitap ediyorsundur. ayrıca tahminlerimde yanılmıyorsam yüzünde kınalı kuzu modeli mor bir doğum lekesinin belirmeye başlaması yakındır.

O olimpiyat, bu kupa derken erkeğe doydum yeminlen.
biliyoruz ki ailece çok uğraşıyorsunuz, işi gücü bıraktınız seni dünya kamuoyuna böyle zarif, şöyle melaike, öyle prenses diye kaktırmaya odaklandınız ama senden o bastırılmış cinsel enerjiyle, o omuzlarla bir diana, bir grace çıkmaz bebeğim. soğuk ve itici oluşumla sempati kazanabilirim gibi bir umudun varsa unut zira senden bir lauren bacall da çıkmaz. yani sen o parayı üst başa harcayacağına gidip borsada oyna, hazine bonosu al, ne bileyim repo yap. ülke bütçesine iki-üç kuruş bir katkın olsun. taksim gezi parkı kadar ülke zaten, gerekmediği halde ingiliz kraliyet ailesine gelin gidiyormuşçasına mezhebini değiştirmek bile daha zahmetli olmuştur diye düşünüyorum.

Amann Numan bana gınalı guzum deme, artık ben eriştim. Ömrünü odun depolarında geçirmiş zavallı bir goyunum ben.

monaco’nun yakışıklı prensesi stephanie. ergenlik dırdırlarınla o koskoca hitchcock sarışını, prenses, stil ikonu annene araba kullanırken inme indirerek trafik kazasında ölümüne sebep oluşun belgesel konusu oldu. bu olaydan kısa süre sonra bir demet akalın, bir gülşen’mişçesine albüm çıkarmana izin verilmesinin nedeninin böyle hassas bir dönemde üstüne varmak istememeleri olduğunu düşünsek de, o izinlerin biraz gevşek bir kraliyet ailesi oluşunuz sebebiyle verildiğini anlamamız fazla zaman almadı. zira albüm projen elinde patladıktan sonra kariyerine “o sirk cambazı senin bu bodyguard benim, haydi bir de snowboard eğitmeni gelsin onunla balolarda gezeyim” şeklinde aşk odaklı bir yön vererek hizmet sektörünün örgütlenmesine yaptığın katkılar kısa sürede tartışılmaz boyuta geldi.

O yıllarda mahallenin kızları bana hastaydı ama bu durum pek işime gelmiyordu.

her erkekten bir, hatta mümkünse iki çocuk yaptın. stef, bebeyim, şimdi eğer ablan gibi “her güne bir masal” tadında her adamdan bir çocuk mottosuyla yola çıktıysan, bu işi profesyonelce halledecek, avrupa’nın ileri gelen ailelerinin lord olsun kont olsun oğullarıyla yapacaksın. en düşük ünvan sir olacak ki, elalem “kız cambaza kaçtı” diye bloglarda düdük öttürmesin. ayrica keşke sadece cambaza hemen sonrasında da fil eğitmenine kaçmıs olmakla yetinseydin. onu da yapmadın, her boy ve ebatta çocuk sahibi oldun, bir monaco kraliyet ailesi geleneği olarak önce çocuk sonra nikah cüzdanı sırasıyla gittin -ingilizler gelenek diye çay may içiyor be- hatta bazen onu bile yapmadın. kendisine meslek olarak bilumum fil eğitmenliği olsun, aslan terbiyeciliği olsun -ki yazarlarımız bunu hayvan hakları temelinde şiddetle kınamaktadır, sen git de kendini terbiye et cibiliyetsiz tıynetsiz- edinmiş ne idüğü belirsiz erkek arkadaşlarının peşinde koştuğun sirklerle okul çağındaki çocuklarını da peşine takip, dağ tepe gezdin.

Sirk, pişmanlıktır.

aslan terbiyecilerinden ekmek çıkmayacağını anlayınca kös kös saraya döndün ama yıllar yordu tabii. son zamanlarda güneş patlamalarından nasibini almış cildinle kurukahveci mehmet efendi edasıyla salınıyorsun ya, sana daha da lafim yok. abin albert, -sanki kendisi çok farklıymışçasına- ceza olarak paranı mı kesti diye meraklanıyorum. gerek senin, gerek boy boy çocuklarının yıllardır ısrarla eminönü-mahmutpaşa ekseninde giyinmenizin başka bir açıklamasını yapabilecek olan varsa ya şimdi konuşsun ya da sonsuza kadar sussun.

Esnafa hep destek, tam destek.

caroline, fena bir insan olduğunu düşünmüyoruz. ailenin en büyüğüyüm, gemi bana emanet diye düsünmemişsin. monaco'dan iş çıkmayacağını anlayıp, hanover prensesi olmanı ve her evliliğinde bir yabancı dil ögrenmiş olmanı da bu nedenle erkek hastalığı değil zeka pırıltısı olarak nitelendireceğiz. bir tutarlılık, bir tarz sahibisin. "gençliğinde güzelmiş" diyebileceğimiz bir kadınsın. çocuk yetiştirme konusunda başarılı olmasan da kardeşlerin arasında "bunu grace kelly doğurdu" denince odaya kapanıp ağlama isteği uyandırmayan tek insansın her şeyden öte.

Avrupa soyluluğu da aynı erasmus gibi, her milletten birilerini kolayca götürebiliyorsunuz.

ama caroline, AMA caroline, "aaannneeeee aaannneeee bak gosip görl, bak serenay" diye kolundan çekiştiren sevimsiz yeni ergen kızının gazına gelip, karl lagerfeld'in yeni oyuncağı blake lively'den rica ederek o resmi çektirmeyecektin caroline. gelin standartların göz önünde bulundurulduğunda ben blake'e talip olmani bile beklerdim elbette ama onun hollywood'da zerre kadar ciddiye alınmayan dandik dizisinde oynadığı karakter bile senin oğullarını kendine layık görmedi. her birlikteliğin ve her evliliğin icin bir açıklama getirebilirsin caroline, sessiz sedasız da olsa aşk hayatını hic boşlamadığın, hatta olmayan zarafetiyle tanınan cornwall düşesi camilla'nin kardeşiyle olan ilişkin bile ingiliz kraliyet ailesi ve hello dergisinin hatrına unutulmuş gibi yapılabilir ama... sen grace kelly kızısın, incitme yazıktır atanı. en azından rica minnet birlikte fotoğraf çektireceğin insanın bir (tercihen iki) oscar'ı olsun.

AAAANNNEE BAK SERENAAY AANNNEEE
ah charlotte, ah gerizekalı.

ailede 3. neslin grace kelly’nin güzelliğinden pay kapmayı başaran tek üyesisin. dünyayı peşinden koşturmak için muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcutken, kertenkele genlerine ve muhtemelen büyük yerden torpile sahip olan dellal ailesinin oğlu seni alsın diye yıllarını verdin charlotte. her kraliyet ailesine mensup üniversite çağına gelmiş genç gibi, gereksiz bir bölümde eğitim aldın. şimdi sana sormak gerekir, sorbonne’da dirseklerini çürütüp edindiğin felsefe bilgin moda editörlüğüne yardımcı oluyor mu annem? olmuyor bence. sana yardımcı olan tek isim, chanel’in sadeliğini çözemeyip, american country tarzını kendine ilke edinmiş karl lagerfeld. bak, koskoca prenses olmussun, yani titrin yok ama çarlık rusyasına bir hayli hayran olan ben, sadece annen prenses diye seni de prenses olarak düşünebilirdim. sen buna olanak tanımadın charlotte. 

İnsanın talihi güzel olsun be annem.
birebir benzediğin annenden, keşke bir de özgüvenini miras alabilseydin. middleton ailesinin yalandan parti planlamacısı kızı pippa bile ucundan kıyısından kraliyete eklenmiş olmanın avantajını sonuna kadar kullanıp at koşturadursun, an itibariyle sen alex dellal tarafından terk edilince çok matahmış gibi atladığın gad elmaleh'ten çocuk peydahlama sürecindesin. hamilelik kate’in üzerinden geçtigi gibi senin üzerinden de buldozerle geçecekse, bugüne kadar karl lagerfeld’in pencelerinden bes dakika kurtulup çekebildiğin gucci reklamı hariç değerlendirmemiş olduğun potansiyelin, tümden havaya karışacak demektir. eyvahlar olsun. 

Karl bakmıyormuş gibi çek.

andrea. kel kalsan daha iyiydi andrea.


oturup grace kelly, caroline ve stefano casiraghi'nin genleri nasıl olur da birleşip bir faciaya yol açar diye düşünsek, yine de elimizde bir james dean'e yetecek kadar karizma kalması gerekirdi andrea. genç kızlarımızın ilgisini çeken konu, monaco'da prens albert'ten sonra tahta çıkabilme olasılığın değildi zira şimdi o kızları mumla arasak bulamayız. 

tabii sevgili william gibi coğrafya okudum, dağlar benden sorulur artık kral olabilirim gibi bir mentaliteye sahip değilsin, gidip sanatın yanında politika da okumuşsun, monaco'daki ferrari'ler beni nasıl olsa idare eder, ben keyfime bakarım, kız kardeşim gibi lagerfeld'i koluma takar, arada yarışlarda balolarda neşemi bulurum dememişsin. gidip konsolosluklarda stajlar yapmışsın. ferasetli davranmışsın. bunlar hep güzel şeyler. aslında sen çok parlayabilirdin andrea. o saçları bi kesseydin, devamlı ensesini kıstırıp sırıtan mutley tipli bir kız arkadaş edinmeseydin, hadi edindin, bir de üstüne gayrimeşru çocuk yapmasaydın, genç yaşta kel kalan william'a karşı, bak aslan yelesi gibi saçlarıyla monaco'nun da bir prensi var derdik. monaco dediğin cep kadar ülke, kim takacak demezdik. neyse ki sonunda nikahı basıp evli mutlu cocuklu olmuşsun, elimizi senden çekiyor ve organik karınla sana taht kavgasında bol şans diliyoruz.

Olmadı bence.

ailenin sevimli kemirgeni pierre. kendine göre bir fare kapanı bulduğunu görüyor ve seninle fazla uğraşmıyorum. bak oğlum, beatrice borromeo demişsin. hoş kız, güzel kız. dikkat et, siz formula 1 yarışlarında ve bilumum gereksiz balolarda salınırken komşu krallıklardan, prensliklerden çalmasınlar e mi. esenlikle kal.

Beatrice Borromeo- Pierre Casiraghi ilişkisiyle bir hayal daha gerçek oluyor, dünya tarihinde ilk kez bir kraliyet gelini "kaptım kocayı" bakışı atmıyor.

2 comments:

  1. eminönü mahmutpaşa eksenindeki moda akımına çok üzüldüm. hele o çoraplar ve o sandaletler!!! gece uyuyamicam sinirden şimdi.

    ReplyDelete
  2. biraz irlandalı kız ekolü de olmuş sanki. arkadaşlar o ürünler sadece co dublin'de bulunuyor, ta monaco'larda nereden buldunuz da giydiniz onları ya.

    ReplyDelete